30 Eylül 2015 Çarşamba

8 Nisan 2015 Çarşamba

Bir hurdayım artık.
Rengi solmuş, çizikleri olan.
Bir hurdadan fazlası değilim bayım.
Siz bilir misiniz nasıl olur hurdalar ?
Hurdaya dönmüş bir araba gibi. Görenlerin surat ekşittiği.
Görmezden geldiği. Kimsenin, düzeltmek için kılını kıpırdatmadığı.
Enkazı görenlerin, sorumluluktan kaçtığı.
Görmezden gelmek kolaydır bayım. Biz Adem ve Havva'dan gelenlerin en iyi yaptığı şeydir.
Görmezden gelmek.
Siz bayım, siz anlar mısınız hurdadan ?
Bir arabayı hurdaya çevirdiğiniz oldu mu hiç ? 
Boyası gitmiş, çizikleri olan. Bir değeri kalmayan hurdaya çevirdiğiniz oldu mu ?
Bir yüreği avucunuzun içine alıp var gücünüzle sıktığınız oldu mu hiç bayım ?
Kanı elinizden dirseğinize dek inerken etrafınızı izlediğiniz oldu mu hiç ?
Yüreği olan birinin, ruhunu söküp atıp, yaşayan hurdaya çevirdiğiniz oldu mu hiç bayım ?
Korktunuz mu hiç o yüreği sahiplenmekten ?
Siz öyle birine hiç benzemiyorsunuz bayım. Size güvenmem için çok erken.
Henüz tanımıyorum sizi. Şu an yeryüzündeki en güzel parkın, en güzel bankında oturuyorsunuz.
Sizi göremiyorum ama orada olduğunuzu biliyorum. Hissediyorum.
İnanın bana bu hurdanın yaptığı en iyi şeylerden biridir. Hissetmek.
Yanınıza gelip, usulca o banka oturmak istiyorum. Sizi tanımıyorum. Belki de bu yüzden o banka oturmak istiyorum.
Tüm geçmişimi geleceğimi bir çırpıda anlatmak istiyorum. İstemezseniz eğer susadabiliriz.
Saatlerce yanyana oturup, tek ayak üstünde uyuyan kuğuları da izleyebiliriz.
Yeter ki dursun zaman. İşiniz olmasın. Ya da sizi merak eden birileri. Ya da gitmeniz gereken bir yer.
Bir kaç saatliğine limanım olun. Size sığınsın bu kimsesiz hurda.
Size güvenmiyorum bayım. Size güvenecek kadar sizi tanımak istemiyorum.
En son birine güvendiğimde, ay tüm görkemiyle geceyi aydınlatıyordu. Yıldızlar süslemişti her bir yanını.
Sonra sabah oldu. Buraya geldim. Dünyanın en güzel parkına. Ben bu satırları yazarken bayım, siz o bankta oturuyorsunuz.
Haberiniz yok. Benden. Etrafınızda olanlardan. Elinizde kahve, diğer elinizle de telefonunuzu kurcalıyorsunuz.
O kadar olağan, o kadar durağansınız ki. Bir adam ancak bu kadar güzel olağan olabilirdi.
Bir çekiminiz var. Sanki dünyanın tüm cesaretini toplasam yine de yanınıza gelip oturamazmışım gibi.
Oysa ne güzel olurdu sizinle sohbet etmek. Anlatmak dinlemek bazen susmak.
Usul usul yüzen kuğuları izlemekteyim şimdi. 
Sizi gördüm bayım. Yolun karşısında. Gidiyorsunuz, gitmeniz gereken yere. Sakin adımlarla.
Çaresizliğin yüzümde bıraktığı acı gülümseyiş ile sizi izliyorum. Gözden kaybolana dek.
Size güvenmedim bayım. Sizi hiç tanımadım. Sizinle hiç konuşmadım.
Ama hissettim. Öyle derinden, öyle içten bir duygu. Hissettim sizi.
Öyle güzel gittiniz ki bayım. Daha önce giden birisinin arkasından hiç yalvarmamıştım. Gitme diye.
Avazım çıktığı kadar bağırdım. Kimseler duymadı. İçim parçalandı. Susmadım. Gitme.
Öyle güzel gittiniz ki bayım. Bir adam ancak bu kadar güzel gidebilirdi. Tüm yalnızlığını yanına alarak.
Öyle güzel gittiniz ki bayım, geldiğinizi göremedim.

1 Nisan 2015 Çarşamba

Bugün bir kedi sahiplendim baba.
Yol kenarında gördüm minik yavruyu. Patisi kan içinde. Araba çarpıp kaçmış, esnaf söyledi. Ama kimse elini taşın altına koyup da yardım etmemiş minik yavruya.
Ben ettim baba. Usulca aldım kucağıma, en yakın veterinere götürdüm. İğnesini oldu, ilaç sürüldü, sarıldı patisi. Eve getirdim. Bir kap mama ve su koydum.
Yaptım baba, tüm ilgimi, tüm şefkatimi o yavruya verdim. Senin yapamadığını ben yaptım baba. Kedi yavrusu gibi ortada bırakıldım ben de sen tarafından. Yağmurun altında baka kaldım ardından. Senin günahını ben sahiplendim bugün baba. O gün iki yanağımdan yağmur damlaları süzülürken gidişini izledim. Bir taksi durdurup bir daha hiç geri dönmemek üzere gidişini izledim. Yaşım 6. Sen gittin ya baba. Ben tüm Ademlere düşman oldum. İçim sızladı onu öyle görünce. Kendimi görür gibi oldum bir an. Sahipsiz değil de kimsesiz zira. Yardım dilenir gibi herkesten, ama bir yandan korkar gibi, kimseye yaklaşamaz gibi oturuşu, ağlayışı. Ben bugün günah çıkardım baba. Elbet bir günah işlemişimdir. Ben bugün Tanrıyla konuştum baba. Canı yanmasın yavrunun daha fazla dedim. Ben bilirim can acısını, ben bilirim kimsesizliğin acısını. Onu acıtma daha fazla dedim. Duydu mu bilmem ama ben konuştum hep. Tanrı'nın düşmüşüyüm ben. Ondan düştüm. O da vazgeçti benden baba. Kedi koynumda mışıl mışıl uyurken onun gibi huzurlu ve güvende hissettim kendimi baba. Bir an düşündüm, acaba dedim, ben çocukken, sen gittiğinde, eğer gitmeseydin, eğer sevseydin, kalmayı seçseydin. Ben de huzurlu hisseder miydim bu yavru gibi diye düşündüm. Baksana, bir yuva verdim ona, huzur içinde uyudu. Ben diken üstündeyim baba. Yerim yurdum yok. Hissetmiyorum. Adem gibi sende ilksin baba. O omurgasından bir insanlığı doğurdu, sen omurgandan olana sırt çevirdin. Sen de Ademsin baba. Düşmüşlerin Ademi. Tüm başarısızlığım, mutsuzluğum sensin baba. Tüm yenilgim, yetersizliğim de. Ben tam doğdum, yarım büyüdüm. Şu an bulunduğum nokta, enkazdan başka bir şey değil. Bir taşı alsalar tüm enkaz ayaklarımın altından yitip gider. Savunmasızım baba, kimsesizim. Kollarım güçsüz, kendimi koruyacak takatim yok. Sen yoksun baba. Hiç olmadın. Ben gittim hep. Kaçtım olduğum yerden. Yuvam vardı, yabancılaştım. Huzurumu cehenneme çevirdiler baba, cennetimi aradım hep...

29 Ocak 2015 Perşembe

Özlem.
O işte.
Özlem ya işte.
Özlüyor insan iliklerine kadar.
Kemiklerim sızlıyor.*

8 Aralık 2014 Pazartesi


Yaşamımın şu an ki bulunduğum noktasında, yüksek mertebe tedirginlik mevcut.
Huzurlu değilim. Diken üstündeyim. Sanki hayat, koca bir buzdağıymış gibi. Ben de en tepesindeyim. Günden güne eriyen bir buzdağı. Yıkılacağı, eriyip biteceği günü bekliyorum adeta. Hep bir parça daha mutluluk da kaldı gözüm. Elde ettim, elimde olanın bir üstünü istedim.  Aldım. Ama hep yarım kaldım.
Sanırım şu nokta da diyebileceğim tek şey, bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin çaresiz bırakılma durumu olduğudur. Herşeyini ver. Tüm sevgini. Tüm benliğini. En dip noktasına kadar neyin var neyin yok hepsini ver. Elinden geldiğince çok sev. Elinden gelmeyeni de zorla.
Oraya, tam kalbinin ortasına hiç giremeyeceğim değil mi?
ikimiz de biliyoruz. İzin vermeyeceksin. Beklemek, zaman. Yeterli değil bunlar bizim için. Beni sevmekten o denli korkuyorsun ki. zırhını kuşanmışsın, çekilmişsin köşene. Öylece duruyorsun. Sana  bakıyorum. Seni izliyorum, asla kelimenin tam anlamıyla ''kadını'' olamayacağım adama bakıyorum. Öyle bir zırh ki bu. Ne aklına erişebiliyorum, ne kalbine. Şu an ki çaresizliğimin bir üst kademesi daha yok. En tepedeyim. Bana kalırsa nedeni olmayan bir kötülük gibi bu. Nedensiz yere bir başkasının canını yakmak gibi. Ben nedensiz sevdim seni. Sormadım kendime, bu adamı neden seviyorum diye. Hiçbir zaman senin beni neden, nasıl sevdiğini öğrenemeyeceğim gibi. Çünkü henüz, beni sevip sevmediğinin cevabına erişemedim. Sormuyorum, soramıyorum. Hoşuma gitmeyecek şeyleri duymaktan korkuyorumdur belki de. Susuyorum. Sanırım şu hayat da yaptığım en iyi şey bu. Susmak. Diğeri de sevmek. Bana kalırsa... İnan taşıyamıyorum artık bu yükü. Boğazım da düğümle yaşıyorum. Sevginin, yani sadece sevmenin, sana yetmeyeceğini, yetemeyeceğini bilmiyordum. Sevgimin de boynu bükük. Elim kolum bağlı. Diyeceğim o ki sevgilim, bir sandala benzetiyorum bizimle ilgili olan herşeyi. Gereçsiz sürüklenen bir sandal. Nereye gittiğimiz belli değil. Akıntıya bırakmışız kendimizi. Gidiyoruz öylece. Sormadan, konuşmadan, dokunmadan. Sanırım huzurlu hissettiğimiz tek nokta burası. Bu belirsizliğin olduğu nokta. Sen buradasın, eminim. Yani beni elinden geldiğince sevmeğe çalıştığından sevmek istediğinden son derece eminim. Öyle ya, ben de seninim. İkimiz de birbirimizden bu denli emin olduğumuz için bu denli dinginiz. Bu denli huzurluyuz. Sen buradasın,ben buradayım. Soru yok. Konuşmak yok. İkimizde olmamız gereken yerdeyiz. Ne eksiğiz ne de fazla. Benim yerim senin yanın, yamacın. Bıraktım artık. Böyle kalsın. Herşey, kendi karmaşasında olması gerektiği gibi. İkimiz, birbirimizin hayatına ortak olduk. Görünmeyen bir bağla bağlıyız birbirimize. Ama bir ortaklığımız daha var sevgilim, hani şu zaman herşeyin ilacıdır yalanı var ya,
İkimiz bir ortağız artık, en büyük yalanımızın ortağı.

2 Aralık 2014 Salı

Sen beni başka sev sevgilim.
Ayrı bir yere koyma beni. Bir çiçeği sever gibi sev. Ya da en sevdiğin şarkıyı sever gibi. Başka olsun sevgin. Ne benimkine benzesin, ne de bir başkasınınkine. Ama ben seni ömür gibi seveceğim sevgilim. Yaşam gibi, yaşamın sonsuzluğu gibi. Büyük konuşacağım elbet, kolay mı bu denli sevmek ? Kızma bana, çok sevmek günah değildir elbet...
Şimdi yanımda uyuyorsun, seni izliyorum. Gözlerimi kapatıp, uykuya dalmaya korkuyorum adeta. Acaba uyandığımda yine orada bulurmuyum seni. Gözlerimi açtığımda, sevgimin beden bulmuş hali, orada olur mu yine ?
O kadar çaresizim ki...Bu belirsizlik öldürüyor beni.
Duruyorum öylece. Seni izliyorum yine. Hiç doyamayacakmış gibi.
Bütün çaresizliğimle seviyorum seni. Elimde avucumda başka hiçbir şeyim yok. Sevgi var sevgilim. Sevmek var.
Ender bulunan bir mücevheri sever gibi. Sana dokunuşlarım ürkek fakat bir o kadar dikkatli. Sana verebileceğim en ufak bir zararda, ellerimin arasından kayıp gidecekmişsin gibi.
Korkma sevgili, koynumda saklarım seni. Nefesimiz karışır birbirine. Soluklarımız hayat olur.
Ama yine de sen beni başka sev sevgili.
Ben seni çok severim.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Gökyüzü neden bu kadar acıtıyor?
Ya da deniz? 
Maviden mi?
Mavi diye mi?
Gözlerin mavi çünkü.
Gözlerini hatırlatıyor bana.
Mavidir duygularım artık.
Hissetmediklerim, hissedemediklerim.
Varım yoğum ne varsa mavidir artık.
Sen geldin. 
Geldiğini görmedim.
Oysa ördüğüm duvarlar boyumu aşmıştı.
Kahretsin!
Nasıl da görmedim.
Sen gittin.
Kör oldum maviliğinden.
Gittiğini görmedim.**